Türkiye siyasetini merkez sağ, aşırı sağ partilerini "Sağ" adlı bir üst başlığa; merkez sol, aşırı sol partilerini "Sol" adlı üst başlığa alırsak ülkenin portresi çok daha belirgin bir hale geliyor.
Bu tabloya göre, çok partili hayata geçtiğimiz günden beri Türkiye'de oy kullanan her beş kişiden üçü sağ partilere, ikisi sol partilere oy atıyor.
Solun ivme kazandığı dönemlere bakacak olursak, 1957, 1977, 1999 ve Haziran 2015 ortaya çıkıyor. 1957'de Batı'dan gelen yardımların doğru kullanılmadığı, enflasyonun çığ gibi büyüdüğü ve işsizlik sebebiyle köyden kente göçün arttığı yıllardı. İktidar suçlu bulundu, seçmen ana muhalefet CHP'nin kapısını çaldı.
1977'de iktidar bir sol parti vardı, büyük bir ekonomik bunalımı beraberinde getirecek Kıbrıs Çıkarması yapıldı ve Kıbrıs ikiye bölündü. Türkiye'de 1960'dan bu yana Kıbrıs bir seçim malzemesiydi ancak seçmen Kıbrıs harekatını nedeniyle bu ödülü Bülent Ecevit'e tanıdı.
1999, merkez sağ koalisyonlarının tek tek çöktüğü; mecliste koalisyon denemeyen partinin kalmadığı bir dönem oldu. Ekonomi, dolayısıyla enflasyon, işsizlik yine çok konuşuluyordu ve Ecevit kahraman olarak görüldü.
2015, Kürt hareketinin kazandığı ivmeyi gösteriyor. CHP 2007 ve 2011'den çok da farklı bir oy oranı almadı ancak 2007'ye göre, Kürt hareketi oy oranını iki katına çıkardı. "Birlikte yaşam" söylemi, barış dönemi ve "Seni Başkan Yaptırmayacağız" sloganı HDP'yi dördüncü parti yaptı.
Solun yükselişi, sağın düşüşü hep farklı nedenlerle açıklanıyor. Peki bir sistematiği, matematiği var mı? Seçmen neye göre oy veriyor, neden sağ partiler daha fazla oy alıyor?
2011'de Antalya'da Erdoğan'a ilk kez seçim kaybettiren
isim olarak bilinen Ateş İlyas Başsoy, seçim kampanyası stratejisti olarak uzun
yıllar çalıştı. Yukarıdaki sorulara, 2015 yılında Kadir Has Üniversitesi'nde
yaptığı konuşma ile yanıt veriyor:
Dünyanın her yerinde siyasi olarak oy verenler var. Bu
Türkiye'de de kabul edilebilir bir durum. Sağ, daha muhafazakar, daha
milliyetçi seçmene; Sol daha çok laik, Atatürkçü bir kesime hitap ediyor. Ancak
dünyada herkes siyasi oy vermiyor. Bir de aldığı hizmete göre oy veren
seçmenler var. Benim tespitlerime göre AKP'nin yüzde 25, CHP'nin yüzde 25, MHP,
BDP ve küçük partilerin toplam yüzde 25 oyları var. Bunu sağa yüzde 45 sola
yüzde 30 diye de okuyabiliriz. Geriye hizmet için oy veren yüzde 25’lik ‘Selim Türkhan’
adlı vatandaşlar kalır ve kazanını belirleyenler de bu kişilerdir.
Kim bunlar?
Hizmete oy veren vatandaşlar. Siyasi görüşten bağımsız
olarak hizmete oy veriyorlar. Yapılana bakıyor. İcraat, istikrar bu vatandaşlar
için önemli. Özal, Erdoğan hep bu kişilerin gönlünü alıp kazandılar.
Türkiye’deki insanlar dar kafalı değil. Yaklaşmayı bilmek lazım. Tohum atılması
lazım toprağa, bunun karşılığında da oy alınır.
Ordu’nun sahil şeridi İsviçre gibi. İzmir metrosunda iki
günde çıkması gereken ufak kararlar 10 ayda çıkıyor, fakat Ankara’dan daha
güzel işler yapılıyor. Türkiye’nin en başarılı belediyesi Eshişehir. 10 yıldır
müfettişler geliyor, kasetler var dinleniyor, zorluklar çıkarılıyor; fakat
Büyükerşen orayı Paris gibi yaptı. Halk haliyle buraya dönüyor, bu noktaya
bakıyor.
Seçmen duygusal karar almıyor mu? Herkes hizmete mi
bakıyor?
Elbette herkes hizmete bakmıyor. Örneğin "Laiklik
elden gidiyor" söylemiyle oy veren, daha doğrusu parti elediği için elinde
birden başka seçenek kalmayan bir kesim var. Diğer yandan "En azından
Allah diyor, başı secdeye değiyor" diyen bir kesimde bulunuyor ve bu
seçmenler için oy verecek yalnızca bir parti var.
Bu durumdaki seçmeni ikna edebilmek kolay değil ancak
merkez partiler bu durumu daha kolay aşıyor. Örneğin, her ne kadar sağcı kabul
edilse de Demirel "Korkmayın laiklik bir yere gitmiyor" diyebilmişti
veya Turgut Özal da bunu iyi yapanlardan biri.
Solda buna örnek verebileceğimiz
Ecevit var, "Ortanın solu" deyince kıyamet kopmuştu. Sol ülkenin
birçok kesimi için özellikle dini manada kötü çağrışımlar yapıyor. Çıktı
açıkladı, "Bu parti Marksist değil; inanç özgürlüğü var, herkes istediğine
inansın." dedi, birilerini kanadına çekebilmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder