Türkiye'nin siyasi perspektifi Cumhuriyet'in ilk yıllarında İsmet İnönü ile akıllara kazınan önce "Devletçi" ardından "Karma" ekonomi politikaları nedeniyle Sol'a yazılmıştı.
Demokrat Parti ve Celal Bayar ile birlikte Türkiye batılı bir ekonomi olma yolunda adımlar attı. Böylelikle ekonomisi de siyaseti de liberalleşti. Tek Parti iktidarına muhalefet için daha çok din temelli adımlar atan Demokrat Parti'ye; 1970li yıllarda artan Sosyalist etki ile birlikte Süleyman Demirel öncülüğünde bir milliyetçilik de eklemlendi. ANAP ile birlikte, birçok şey özelleşti; Turgut Özal "Bırakınız, yapsınlar" sloganıyla bilinen liberal ekonomiyi Türkiye'ye "Satarız efendim, bal gibi de satarız" ile getirdi.
Buna karşılık, İsmet İnönü önderliğindeki CHP halkı uzun süre "din karşıtı" olmadığına ikna etmeye çalıştı; yoğun çoğunlukta bulunan Kürt seçmenin dayandığı yer ise CHP idi. Kürt siyasetinin en önemli isimlerinden Ahmet Türk, siyasete CHP'de başladı. Bülent Ecevit ile birlikte, Türkiye siyasetine emek, sendika, sömürü gibi kavramlar işlendi.
Doksanlar,istikrarsızlığın konuşulduğu, tartışıldığı yıllar oldu. Ülke iflas eşiğinde bir çıkış arıyordu. Hesabı teröre kesen seçmen Milliyetçi partilere yönelirken, Merkez sağın başarısızlığı olarak görenler yeni yeni filizlenen Milli Görüş'e kaydı.
Bu yılların ardından, Milli Görüş ve Milliyetçi ideoloji sahibi partilerin oluşturduğu Aşırı Sağ ivme kazanmaya başladı. 1995'teki Erbakan iktidarı Türkiye'nin yüzde beş büyümesini sağladı. Devamında yaşanan her siyasi kriz aşırı sağı kazandırdı.
Milli Görüş içinden küçük bir ekip sıyrılarak Recep Tayyip Erdoğan
önderliğinde yeni bir harekete başladı. Türkiye'yi 2002'den beri o hareket
yönetiyor.
Türkiye'nin
seçmen profili nasıl? Halk neye göre oy veriyor? Aşırı sağın yükselişinin
sebepleri neydi? 1999 yılından sonra bir daha bir sol parti
seçimlerde birinci olabilir mi?
Cevaplarını
çeşitli görüşlerle bulmayaca çalışacağız.
Gürbüz Evren bir siyaset sosyoloğu, uzun yıllar Bekleme Odası adlı
programın yapımcılığını yaptı. Bugünlerde ise Gerçek Gündem gazetesinde yazarlık
yapıyor. Kimileri onun için "Geleceği gören adam" diyor. Çünkü Evren,
Necmettin Erbakan önderliğindeki hareketin hız kazanacağını ve tek başına
iktidar olabileceğini 1999 seçimleri sonrası öngördü.
Siyasal İslam penceresindeki Milli Görüş hareketi sandıkta nasıl ivme
kazandı?
Bunu Bülent Ecevit'e de yazmıştım. 18 nisan 1999 seçiminin
galibi, oyların yüzde 22’sini alan Demokratik Sol Parti değildir. Yerel seçimin
18 Nisan’da yapıldığını anımsarsak, bu seçimin gerçek galibi milletvekili sayısı
düşmesine karşın, yerel seçimde yüzde 23 oy oranına ulaşarak birinci parti olan
ve elindeki belediye sayısını arttıran Refah Partisi kapatılınca kurulan
Fazilet Partisi’dir.
Siyasal islam, halkla en yakın ilişkilerin belediye
yönetimleri aracılığıyla kurulacağı bilinciyle hareket etmektedir. Çünkü bu
kesim, diğer siyasi partilere göre toplumdaki değişimin sosyolojik, psikolojik
ve ekonomik analizlerini daha iyi yaparak, özellikle anakentlerde artan
yoksulluğu seçim sandığında oya dönüştürmenin yöntemlerini belirlemiş,
belediyeleri de bu yönde kullanmaktadır.
Milli Görüş'ün belediyeler aracılığıyla halka yöneldiğini
en iyi etüt edebilecek isimlerden biri Recep Tayyip Erdoğan'dı. Zira Refah
Partisi döneminde İstanbul Belediye Başkanlığı yapmıştır. Adalet ve Kalkınma
Partisi de aynı yöntemle seçmene ulaşmış ve ikna etmiştir.
Ortada güçlü bir merkez sağ varken, Siyasal İslam hangi kırılma
ile ortaya çıktı; neyi doğru yaptı?
Bu sorunun cevabı 12 Eylül Darbesidir. Darbenin ardından
toplum çok ciddi bir depolitizasyon sürecine itilmiş, kitlelerin apolitikleştirilmesi
hedeflenmiş, özellikle sol büyük bir baskı altına alınarak ezilmiş, İslamcı
gruplar kollanmış ve Sol'un panzehiri olarak düşünülmüştür. Bu durum Türk
siyasetindeki dengeler hızla değiştirmeye başlamıştır.
Bölücü terör nedeniyle doğu ve güneydoğu bölgelerinden
anakentlere göç başlamıştır. anakentler ayrıca, kırsal kesimde yaşanan
yoksulluk nedeniyle, ülkenin diğer bölgelerinden de göç almıştır, almaya devam
etmektedir.
Şimdi bu iki önemli maddeyi biraz açalım. İç göç nedeniyle
ana kentleri kuşatan varoşlar sürekli büyümüş, buralarda yaşayan insanların
büyük bir bölümü kent yaşamıyla bütünleşemediği için “kent köylü” olarak adlandıracağımız
kitleler ortaya çıkmıştır. Diğer yandan depolitizasyon süreci de şov, magazin,
eğlence, dedikodu, arabesk, futbol gibi kitleleri uyuşturmaya, düşündürmemeye
yönelik programlara ağırlık veren bir medyanın katkısıyla daha da hızlanmıştır.
Ülke nüfusunun yoğunlaştığı istanbul, ankara, izmir,
adana, bursa, mersin gibi anakentlerin çıkardığı toplam milletvekilli sayısına
bakılırsa, bu illerde çoğunluğu sağlayan siyasi partinin seçimlerden birinci
parti olarak çıkabileceği görülecektir.
Varoş olarak
adlandırılan kenar mahallelerde oturanlar, artık anakentlerin seçmen nüfusunun
yarısından fazlası ediyor. Bu kitlelerin yöneldiği siyasi partinin, seçimlerden
başarıyla çıkması kaçınılmaz hale geldi. Buna karşın, Atatürkçü,
Cumhuriyet ilkelerine bağlı kesimler ise ana kentlerde sayısal azınlığa düştü.
Bu aynı kentlerde, yaşam tarzları, siyasi tercihleri, dünya görüşleri
birbirinden farklı iki toplumun doğmasına ve giderek daha belirgin bir şekilde
birbirinden ayrılması gibi sıkıntılı bir duruma neden olmaktadır.
Siyasal islamcı kesim,
anakentlerde yaşayan seçmen kitlelerinin büyük bölümünün yoksullardan oluştuğu
gerçeğini kavramış ve bu insanların somut taleplerinin özellikle günlük
ihtiyaçları kapsadığını anlamıştır. Bu nedenle var gücüyle belediye
yönetimlerini ele geçirmeye ve belediyelerin olanaklarını yoksullar için
kullanmaya çalışmıştır. Haliyle her geçen gün, irtifa kazanmış ve bugün Erdoğan'ı
zirveye taşımıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder